MEVSİM İLKBAHARDI,
BU BİR KİTAP AŞISIYDI…
Mehmet GÜLER
"Bir üst kültüre ancak kentte erişilebilir. Kentten aşağı bir yerleşmede erişilemez. Üst kültür bir dayanışmadır" der, Türk filozofu Farabi(870-950) "Sitenin Yönetimi üstüne Kitap" adlı yapıtında.
"1. Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri", yıllar önce yaşamış olan Farabi'yi doğrular nitelikteydi.
Bu eylem kent kültürü yaratmak üzerine kurulmuştu.
Geleceğe dönüktü.
Kentte yaşayan tüm çocukları, gençleri kucaklamayı hedefliyordu.
Farabi'nin dediği gibi bir "üst kültür dayanışması"ydı.
Türkiye'de ortalama altı kişiye bir kitap düşüyor. Ve sokaktaki insanımız yüz elli sözcükle konuşuyor…
Böylesine çorak bir okuma ortamında 17 000 kitabı yazarlarının elinden çocuklara ulaştırmak ve okutmak bir özveri ve kültür hamlesi değil de nedir?..
Çinli bilge şöyle demiyor muydu:
"Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek.
On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik.
Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insanları eğit..."
ÇOCUKLARDAN YOLA ÇIKMAK
Mevsim ilkbahardı ve bu bir kitap aşısıydı...
Çocuklardan yola çıkanlar biraz çocuklaşmıyorlar mı?..
"1. Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri"nin iki önemli mimarı vardı. Birincisi, soyadının hakkını veren Sakarya valisi sayın Nuri Okutan'dı. İkincisi ise "Dünyanın En Küçük Çocuğu" olan sayın Mustafa Ruhi Şirin'di.
Birlikte yola çıkmışlardı. Aralarına Sakarya Üniversitesi’nden, Belediye’den, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden yeni dostlar almışlardı…
Sayın Okutan’ın da, insan şirini Mustafa Ruhi Şirin’in de çocuksu düşleri, ütopyaları vardı. Bu beş günlük süreçte 15 yazar 25 okula gidecekti. Gelecek yılları da içine alacak maratonda, yani "Her Çocuğa Bir Kitap Projesi"nde tam 113 bin ilköğretim öğrencisine 200 bin kitap ulaştırılacaktı. Liseler de bu işe katıldığında sayılar ikiye katlanacaktı…
Türkiye gibi okuma özürlü, bürokratik engellere takılan bir ülkede bunlar hayal değil de neydi?
Türkiye geneline baktığımızda bu düzeyde yaratılmış “kitap günleri” ilk kez gerçekleştiriliyordu.
Bu organizasyonu yapanlar, buna destek veren biz yazarlar da duygu ve umut seli içindeydik. Ama yazar/kitap/okur bağlamındaki sorunların, tıkanıkların bu beş günlük süreçte kökünden kazınmasını da beklemiyorduk. Yazımızın başında da vurguladığımız gibi bu bir bahar aşısıydı. Biliyorduk, her aşı yüzde yüz tutmazdı. Ana gövdede, çelikte, uygulanışında birtakım sorunlar olabilirdi. Doku uyuşmazlıkları yaşanabilirdi. Ama tutan aşılar halk söylemiyle “kudururdu.” Güç, kuvvet yetmezdi onlara. En yüklü, en ballı meyveleri kısa sürede onlar verirdi. Bizim bahar mevsiminde yaptığımız kitap aşısı da inanıyorduk ki öyle olacaktı. Çocuklarda, gençlerde tutan kitap aşısı, onların bir kent aydını gibi filizlenip büyümelerinde öncülük edecekti. Az şey miydi bu?..
USLANMAZ ÇOCUKLAR
Mustafa Ruhi Şirin'in "uslanmaz bir çocuk " olduğunu, ruhundaki çocuksu düşlerini hemen herkese bulaştırdığını artık tüm Türkiye biliyor. Yaramaz, ele avuca sığmayan çocuklar, masum çocukları çabuk yoldan çıkartırlar(!). Demek ki Sakarya Valimiz Sayın Nuri Okutan Bey de uslanmaz çocuklardan birisiymiş ki çabuk uyuvermiş ona. Çocuk düşlerine çocuk yazarlarını, Sakarya’nın çocuklarını katmayı da ihmal etmemişler. Öyle gözüküyor ki bu hastalıklarını(!) gelecek yılda ya yıllarda büyüterek daha pek çok çocuğa, gence, yazara bulaştıracaklar…
"1. Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri"nden sonra gördüm ki, dünyanın en küçük çocukları yazarlar arasından çıktığı kadar yöneticiler arasından da çıkabiliyor. İyi ki çıkıyor. Yazarlar kadar yöneticilerin de düşleri, ütopyaları olmalı; öyle değil mi? Böyle olmasaydı bu sayın yöneticiler, çocukları 200 bin kitapla donatma düşleri kurarlar mıydı? Yarınlara, uzak hedeflere kitapların sayfaları arasından bakabilirler miydi?
HEDEF DEYİNCE
Birtakım ülkü uğruna emek verenler, yaptıkları çalışmanın başarılarını yakın ve uzak günlerde görmek isterler. 1. Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri'nin de yakın ve uzak hedefleri vardı. Yakın hedeflerinden birisi, belki de birincisi yazarla devleti barıştırmak oldu. Bu el sıkışmasına, kurulan dostluğa kitaplar, çocuklar, öğretmenler tanıklık etti…
Sahi yazarla devlet yıllardır birbirlerine neden uzak durmuşlardı ki? Devlet yazarından korkmuştu, yazar devletine güvenmemişti. Bu arada olanlar da bu ülkenin çocuklarına, gençlerine olmuştu. Bu küslüğün sonunda çocuklarımız, gençlerimiz kitapsız bir dünyaya tutsak edilmişlerdi. Testle eğitilip tostla beslenmişlerdi. Düşlerini popçu ya da topçu olmak üstüne kurmuşlardı. Görsel medyanın cicili, bicili televole kültürüyle zaman öldürmüşlerdi. İçi boş hayallerin tutsağı olmuşlardı. İşte 1.Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri’nin önemi, bu yanlış ve yoz dünyanın kalıplarını kırmaktan da geçiyordu...
Bu eylemin uzak hedeflerinde neler yoktu ki? Her şeyden önce okuyan, düşünen, dünya standartlarını yakalamış çağdaş bir kent yaratmayı hedefliyordu. Türk filozofu Farabi’den başlayan bir düşün yeniden güncellenişiydi bu…
KİTAPTA, KÜTÜPHANEDE BULUŞMAK
Talat Sait Halman'ın deyimiyle kütüphanelerimiz "okunmayan kitaplar cenneti"dir. Oralara konan kitapların çoğu göstermeliktir. Kütüphanenin tozlu raflarında uyur onlar. 1940'larda çevrilen "beyaz klasiklerin" içinde sayfaları açılmayanlar hâlâ bulunmaktadır. Elimizdeki bir veriye göre ülkemizde 400 tane kütüphaneye karşılık, 400 000 tane kahvehane bulunmaktadır. Ve günün yirmi dört saatinde kahvehaneler dolu, kütüphaneler ise boş durmaktadır…
1. Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri, okunmamış kitaplar cennetinin de uykularını kaçırmış durumda. Onlar da “okuyan şehir” parolasının gerilerinde kalmak istemiyorlar. Okurları kütüphanelerimize nasıl çekeriz? diye bir kaygı ve yarış içine girdiklerini duyuyoruz.
Tanrım, bu günleri de mi görecektik? Bu memlekette altı kişiye bir kitap düşmeyecek artık; oh ne hoş... AB’ ye girme yolundayken Sakarya bu "makus talihi" yenme yolunda; oh ne güzel... Yazarı gerçek dost, kitabı gerçek arkadaş olarak sunarsak, bu gidişle bizim ülkemizden de bilim, sanat adamları bir ormancasına yetişecek; oh ne âlâ…
HER ÇOCUĞA BİR KİTAP
Sakarya Valiliği'nin öncülüğünde ‘Büyük şehir Belediyesi'nin, ‘Sakarya Üniversitesi'nin, ‘Çocuk Vakfı'nın desteğinde başlatılan bu proje, katkıda bulunan hemen herkesin büyük heyecanıyla, umuduyla başladı. Heyecan ve umudun olmadığı yerde ne yapılabilir ki? Bu heyecan ve umut beş gün boyunca okullara da yansıdı. Çocuklar, öğretmenler Godo'yu bekler gibi yazarlarını bekliyorlardı. Gittiğimiz okullarda tüm çocukların gözleri ışık seliydi. İlk kez bir yazar görüyorlardı. İlk kez imzalı bir kitap ediniyorlardı. Kitap, ilk kez bir ekmek, su gibi aziz sayılıyor, bağırlara basılıyor, öpülüp tepelere konuluyordu. Örneğin, Arifiye Arifbey’deki Bekir Sıtkı Durgun İlköğretim okulunda yaşadığım sevgi ve coşkuyu nasıl unuturum….
Gittiğimiz köy okullarında kitaba olan özlem, kitaba olan susuzluk daha da fazlaydı. Yaşananları yazar gözüyle görüyor, yazar kalbiyle dinliyordum; bu dostluktan, sevinçten kitaplar da paylarını alıyordu. Tıpkı çocuklar gibi kitapların da mutluluklarını hissediyor, seslerini, neşelerini duyuyordum. Uykuları kaçıyordu onların. Eğik başlarını kaldırıyorlardı yerden. Kitaplar çocuk, çocuklar kitap oluyordu. Sayfa sayfa gözlerimin içine bakıp kitapça gülümsüyorlardı...
Gerçek meyvelerini uzunca bir süreçte verecek olan bu uzun erimli çalışma, anlık görüntülerle de olsa kendini belli ediyordu. Yöneticisinden yazarına, öğretmeninden öğrencisine uzanan kitap/sevgi/arkadaşlık birlikteliğinde yepyeni bir iklim kuşağı oluşturuluyordu. Böylece “ortak çalışma kültürü” yaratılıyordu. Daha önceden hizmetlisiyle, müdürüyle, öğretmen ve öğrencisiyle birlikte başlatılan “‘okuma saatleri” daha da anlamlandırılıyordu...
SAİT FAİK’İN KENTİ OLMAK
Mevsim bahardı. Ağaçlar çiçeğe durmuştu. Sakarya dağlarındaki ormanlar yeşilin en koyusunu giyinmişti. Eğer Sapanca Gölü'nün üstünde ince bir tül yoksa günün her saatinde gümüşleniyordu sular. Belli ki yazarların, kitapların, çocukların sevinç çığlığına doğa da eşlik ediyordu. Az şey mi, tüm bu güzelliklere 17 bin kitap, 300 öğretmen, 25 okul, 15 yazar, 17 bin öğrenci ortak edilmişti. Onlarla söyleşi yapılmış, fotoğraflar çekilmiş, kitaplarına imzalar atılmış, dostluklar kurulmuş, adresler alınıp verilmişti. Sapanca Gölü'yle birlikte Sapanca ormanları da tanıktı buna. İnsanlardan kitaplara geçen sevinç, coşku dağlara, ormanlara da sinmişti.... Sait Faik bu kentte doğmuştu, İlkokulu bu kentte okumuştu.
Kimliğini yazarından, sanatçısından alan, sanatçısıyla taçlanan, onurlanan o kadar az kent vardı ki. Adapazarı/Sakarya bu şanslı kentlerden birisiydi…
"İnsanlar, hele de yazarlar en çok yaşadıkları kentlere benzerler," diye genel bir kanının olduğunu biliriz. Sait Faik'teki o derin hümanizmanın, tarih boyunca Adapazarı'nda/Sakarya’da yaşanan barışçıl ortamdan kaynaklanmadığını kim söyleyebilir? Onun doğa sevgisinde Sakarya’nın bitek ovalarının, yemyeşil ormanlarının, masmavi göllerinin payı yok mudur?. .
Bu büyük yazarı kitap sevgisiyle ilk önce ateşleyen Sakarya’nın, her zaman yeni Sait Faikler yetiştirmeye aday olduğunu unutmamak gerek…
Sait Faik'i var eden koşulların daha ilerisini Sakarya'daki çocuklara sunmak zorundayız.
"Bir üst kültüre ancak kentte erişilir" diyen Farabi, kuşku yok ki çok önemli bir sorunun altını çiziyordu. "Üst kültür/kent kültürü" dediğimiz değerlere kitapsız bir ortamda varılabilir mi? Ruhlarını çocuk yaşlarda zenginleştirip özgürleştirmeyenler, ileriki yaşlarda bu şansı bir daha yakalayabilirler mi?
Çağdaş insanı yetiştirmek için kimsenin elinde hazır reçeteler, formüller yok. Ama yöntem belli. Sait Faik’in soluduğu havayı çocuklarımıza solutarak, kitapların içinden iz sürerek, kısa erimli başarılarla yetinmeyerek nice Sait Faikler'e mayalanmanın yolları yaratılabilir. Yaratılıyor da…
Bu güzel çabanın başka illere de örnek olmasını diliyorum.
SONUÇ
Mevsim bahardı ve "1. Sakarya Çocuk Edebiyatı Günleri" bir kitap aşısıydı...
Sakarya’daki bu yürüyüş, uzun erimli koşuya dönüştüğünde, şirin ilimiz sadece “okuyan şehir” olarak kalmayacak, “bilim ve sanat üreten” bir kentimiz de olacak. Topraklarına yeni Sait Faikler ekecek. Gün gelip ballı meyvelere duracak onlar. Ve "her şey bir insanı sevmekle başlayacak..."
Mehmet GÜLER
Adres:
PK 165 GEBZE
GSM: 0532 400 56 05
0262.759 14 57